Duvara Karşı, Fatih Akın’ın 2004 yapımlı filmidir. Film iki ayrı ülkede geçer: Almanya ve Türkiye. Bu metin 20 yıl önce çekilen filme bir bakış yazısıdır. Filmin işlediği birçok tema olmasına karşın aşk, cinsellik ve aidiyet konuları ön plana çıkar.

YAŞAMAK

Sibel ve Cahit bir klinikte tanışır. İkisi de ortak bir gayeyle oraya getirilmişlerdir: İntihar.

Cahit, vefat eden karısının ardından kendisi de bir nevi ölmüş, virane bir hayat yaşamaktadır. Sürekli bira içen, kendisi ve evi bakımsız, mutsuz ve umursamaz bir haldedir. Bir barda kavgaya karışır ve oradan atılır, arabasına binip son hızla duvara çarpar. Sibel ise sadece yaşamak ister. Ailesi muhafazakâr olduğu için istediği hayatı yaşayamamaktadır. Bir erkekle el ele gezdiği için abisinin kırdığı burnunu gururla sergiler. Bu hayat dolu kız ”yaşayamadığı” için intihar girişiminde bulunur. İki karakter de hayatlarına son vermeye çalıştığı için bir kliniğe getirilir ve yeni bir hayat arayışıyla yaşamlarını birleştirir.

Sibel, Cahit ile evlenmek ister. Aslında bu bir evlilik değil, ev arkadaşlığı olacaktır ona göre.  ”Yaşamak istiyorum Cahit. Yaşamak, dans etmek, sevişmek.” Bu sözler Sibel’in içinde bulunduğu durumu net bir şekilde açıklar. Sibel diğer insanlar gibi yaşamak istemektedir. Klinikte, abisinin eğer düzgün davranmaz ise onu öldürmekle tehdit etmesi de oldukça ironiktir. Aile baskısından sadece evlilikle kurtulabileceğini düşünür. Aslında bu durum ne yazık ki hala devam etmektedir. Kadınlar, içerisinde bulundukları baskıdan evlilik ile kurtulabileceklerini düşünür başka bir seçenek onlara sunulmaz. Olan ise bir evden diğer eve geçiştir.

AİDİYET 

Cahit aslen Mersinlidir ama kültürüne dair tek bildiği de budur. Alman kültürünü benimsemiş ve ona göre yaşamaktadır. Ama tam olarak da bu kültüre ait olduğu söylenemez. Sibel’i istemeye gittiklerinde Sibel’in abisi, Cahit’e Türkçesine ne yaptığını sorar Cahit ise ”Attım” der. Cahit ne Alman ne de Türk’tür. İki kültür arasında sıkışmış aidiyet duygusunu olmayan birisidir.

Bu iki karakter evlenir. Evliliğin başları Sibel için oldukça güzeldir. Cahit ile eğlence mekanlarına gider ve orada beğendiği erkeklerle sevişir. Cahit ise Sibel ile hayat bulmaya ve yavaş yavaş ona âşık olmaya başlar. Bu aşkın sonunda Cahit birini öldürür. Sibel’i bir obje olarak görmeye başlayan ve ona sahip olmak isteyen Niko’yu. Cahit hapse girer ve Sibel’in ailesi bunu bir namus meselesi olarak görür. Sibel, İstanbul’a kuzeninin yanına kaçar. İstanbul’da ise ne oraya ait olabilir; ne de kaçıp gittiği Almanya’ya. Bir barda tecavüze uğrar, dövülür ve bıçaklanır. Cahit hapisten çıktıktan sonra İstanbul’a, Sibel’in yanına gelir. Aradan çok zaman geçmiştir ve Sibel’in bir çocuğu, bir de kocası vardır. Sibel ile Mersin’e gitmek ister ama Sibel gelmez ve film burada son bulur.

NAMUS

Filmi kabaca bu şekilde özetlemek mümkün. Başta belirttiğim gibi film birçok temayı barındırır ama ben bu filmi Sibel’in özelinde değerlendirmek istiyorum. Filmin yayınlanma tarihinden 20 yıl geçmesine rağmen bu konular bize uzak konular değildir. Özellikle muhafazakâr ailelerde kız çocukları baskılanmakta ”elde avuçta” tutulmak istenmektedir. Sibel’in istediği şey en doğal hakkıdır aslında: Yaşamak. Herkes gibi özgürce, istediği şekilde yaşamak. Erkeklerin dünyasında bir kadın olarak yaşamak. Babasının, abisinin baskılarından ve şiddetlerinden uzakta yaşamak. Bunun çözümünü de başka bir erkeğe gitmekte görmek. Bu olaylar 2004 yılında kalmış olsaydı keşke… Ne yazık ki hala devam etmekte. Türkiye artık kadınların yaşadığı değil yaşayamadığı bir ülkeye dönüştü. Sibel’in ailesinde de olduğu gibi kadın sadece bir tehdit, utanç olarak görülür. Evde genç bir kızın bulunması bu ailenin gözünde bir tehdittir. Başları yere eğilir, namusları lekelenir, ele güne rezil olunur…

Sibel’in televizyon izlediği bir sahnede kendisiyle aynı ismi paylaşan bir sporcuya ”Hadi Sibel, yapabilirsin” sözleri aslında televizyona karşı değil; kendisine, bizlere söylediği bir sözdür.  Kimse bize ”Yapabilirsin” demeyecek hatta ”Yapamazsın, olmaz” diyecekler. Kadın olmak böyle bir mücadele içinde olmak ne yazık ki. Her zaman bir şeyleri kabul ettirmeye çalışmak, ataerkil düzene karşı çıkmak bir mücadele içinde olmak…

AYKIRI

Film bizlere toplumsal cinsiyet rollerini de sorgulatır. Sibel evli barklı, çoluklu çocuklu bir kadın olmak istemez. Ailesi ise ondan bunu bekler. Önce evlenmesini, evlendikten sonra çocuk yapmasını. Kimse ona ne istediğini sormaz. Kuzeniyle yaptığı bir konuşmada ”Ben öyle evde oturup ev işi yapmak, kocaya hizmet etmek istemiyorum. O yüzden evleniyorum” der. Bu filmde çokça ironi görmek mümkündür. İstanbul’a döndükten sonra kuzeninin hayatını da sıkıcı bulup taşınır oradan. Her gün işe gitmek, evi temizlemek, yemek yapmak bunlar Sibel’e göre değildir. Bulunduğu her iki topluma aykırı bir karakterdir Sibel. Cesur ve direnişçidir. Toplumsal normlara karşı çıkan ataerkil zihniyete başkaldıran her kadın gibi…

Bu içeriğin her türlü sorumluluğu ve hakları, yazar(lar)ına aittir.
Bu içerik, Temsil.org editör ekibinin ve bu sitedeki diğer içerik üreticilerinin görüşlerini yansıtmaz.