Dil, bir milletin kimliğini ve kültürel mirasını şekillendiren en önemli unsurlardan biridir. Tarih boyunca toplumların değişen ihtiyaçlarına ve dış etkilere bağlı olarak dönüşüm geçiren diller, hem bir iletişim aracı hem de bir kimlik taşıyıcısıdır. Türkçe de bu süreçten muaf değildir. Ancak son yıllarda, özellikle küreselleşmenin etkisiyle artan yabancı dil etkileri, Türkçenin yozlaştığına dair tartışmaları gündeme getirmiştir. Peki, bu tartışmalar ne kadar haklı? Türkçenin karşı karşıya olduğu durum gerçekten bir yozlaşma mı yoksa doğal bir evrim süreci mi?
Türkçenin Dönüşen Doğası

Dil yozlaşması, genellikle bir dilin özgün yapısının bozulması veya yabancı etkilerle kimliğini kaybetmesi olarak tanımlanır. Ancak bu tanım, dilin doğasına dair bazı önemli noktaları göz ardı edebilir. Diller, yaşayan ve sürekli değişen organizmalar gibidir. Zaman içinde yeni kavramları ve ifadeleri karşılamak için değişir, gelişir ve bazen de ödünç alır. Türkçe, tarih boyunca Arapça, Farsça, Fransızca ve son dönemde İngilizce gibi dillerden etkilenmiştir. Bu etkiler, kimileri tarafından dilin zenginleşmesi olarak görülürken, kimileri için yozlaşma tehlikesi anlamına gelmektedir. Ancak burada önemli olan, Türkçenin bu etkiler karşısında öz yapısını koruyup koruyamadığıdır.
Türkilizce: Modern Bir Karma Dil

Yozlaşma tartışmalarında dilin değişim süreciyle bağını anlamak kritik bir noktadır. Eğer bir dil, kendi kurallarını ve kimliğini koruyarak yeni unsurları bünyesine katabiliyorsa, bu süreç yozlaşma değil, uyum sağlama ve değişim olarak değerlendirilebilir.
Günümüzde özellikle gençler arasında yaygınlaşan ve “Türkilizce” olarak adlandırılan bir dil kullanımı dikkat çekmektedir. Türkçe ile İngilizcenin bir arada kullanıldığı bu iletişim biçimi, “feedback aldım” veya “challenge’ı tamamladım” gibi ifadelerle kendini göstermektedir. Bu durum, hem akademik çevrelerde hem de toplumun genelinde tartışmalara yol açmıştır.
Türkilizceye yönelik eleştiriler, Türkçenin zengin kelime hazinesinin göz ardı edilmesi ve kültürel kimliğin zayıflaması endişesi etrafında yoğunlaşmaktadır. Özellikle İngilizce kelimelerin Türkçe karşılıklarının yerine geçmesi, dilin özgünlüğünü tehdit eden bir unsur olarak görülmektedir. Öte yandan, bu durumu savunanlar, dilin dinamizmini ve yeniliğe açıklığını vurgulamaktadır. Küreselleşme çağında diller arasındaki etkileşimin kaçınılmaz olduğunu savunan bu görüş, Türkilizceyi bir yozlaşma değil, çağın gerekliliklerine bir adaptasyon olarak değerlendirmektedir.
Tarihsel Arka Plan: Türkçede Yabancı Etkiler

Türkçenin tarihine bakıldığında, bu dilin birçok farklı kültür ve dilden etkilenerek bugünkü haline ulaştığı görülmektedir. Osmanlı döneminde Arapça ve Farsçanın yoğun etkisi altındaki Türkçe, Tanzimat döneminde Fransızca etkisine maruz kalmıştır. Günümüzde ise İngilizce, Türkçeye en çok etki eden dillerden biri haline gelmiştir. Ancak bu etkiler, Türkçenin zayıflamasına değil, aksine yeni ifade olanakları kazanmasına yol açmıştır. Türkçenin bu etkilerle başa çıkabilme gücü, onun esnek ve zengin bir dil yapısına sahip olduğunu göstermektedir. Türkçenin yozlaşma tehlikesiyle karşı karşıya olup olmadığını anlamak için dilin farklı kullanım alanlarını değerlendirmek gerekmektedir. Resmi ve akademik alanlarda Türkçe hâlâ güçlü bir şekilde varlığını sürdürmektedir. Ancak günlük yaşamda ve özellikle sosyal medyada, dilin daha özenli kullanılması gerektiği açıktır. Yeni teknolojiler ve küresel iletişim araçları, Türkçeyi hem zenginleştirme hem de tehdit etme potansiyeline sahiptir. Bu noktada toplumsal bilinç büyük önem taşımaktadır. Eğer bireyler, Türkçeyi doğru ve etkili bir şekilde kullanma sorumluluğunu üstlenirse, dilin zenginliği korunabilir.
Türkçenin korunması ve geliştirilmesi, bireylerin ve kurumların ortak çabasını gerektirir. Eğitim sisteminde dil bilincini artıracak müfredatlar oluşturulmalı ve medya organları Türkçenin doğru kullanımında örnek teşkil etmelidir. Bunun yanı sıra, toplumun her bireyi, günlük yaşamda Türkçeyi özenle kullanarak dilin geleceğine katkıda bulunabilir.
Dil, toplumun ihtiyaçlarına ve değişen koşullara bağlı olarak dönüşür. Türkçenin tarihsel süreci, bu dilin sürekli bir değişim ve etkileşim içinde olduğunu göstermektedir. Ancak bu değişim, yalnızca bireylerin ve toplumun dil bilincine bağlı olarak olumlu bir yönde ilerleyebilir. Türkçe, köklü geçmişi, zengin kelime hazinesi ve esnek yapısıyla geleceğe taşınabilecek güçlü bir dildir. Onu korumak ve geliştirmek, sadece bireysel bir sorumluluk değil, aynı zamanda kültürel mirasımıza sahip çıkma görevidir. Bu doğrultuda, dilin doğru ve etkili bir şekilde kullanılması için hem bireysel hem de toplumsal düzeyde çaba gösterilmesi gerekmektedir. Türkçenin zenginliği, ona olan bağlılığımızla ve onu yaşatma irademizle şekillenecektir.
Dil ve Kimlik Giyinme:
Sevgi Soysal Örneği

Bu konuyu ele aldıktan kısa bir süre sonra okuduğum Sevgi Soysal’ın Yenişehir’de Bir Öğle Vakti adlı romanı, Türkçenin bugün karşı karşıya kaldığı dilsel dönüşümün yalnızca çağımıza özgü bir mesele olmadığını fark etmemi sağladı. Romanın 1970’li yıllarda kaleme alınmış olması, bugünün küreselleşme ve melez dil tartışmalarının tarihsel bir arka plana sahip olduğunu açıkça gösteriyor.
Romanda özellikle “Tezgahtar Ahmet” bölümünde geçen bir sahne, bu anlamda dikkat çekicidir. Ahmet’in çalıştığı büyük mağazada karşılaştığı kadın müşterilerden biri, İngilizce kelimelerle karışık, gösterişli ama anlamca oldukça yüzeysel bir dil kullanır:
“Daha ucuz solution’lar var ama, sonra bakarsın hiçbir şeye benzemez de at the end everyone will be talking arkadan. Yok geçen yıl daha iyiydi. Nothing’s new yani, hah !” (Soysal, s.17)
Bu cümle, sadece İngilizce kelimelerin metne serpiştirildiği bir örnek değil; aynı zamanda bir sınıfsal kimlik gösterisidir. Kadının İngilizceyi parlatıcı bir aksesuar gibi kullanması, dilin iletişim değil, statü kurma aracı haline geldiği bir bağlamı işaret eder. Bugün “Türkilizce” dediğimiz olgunun öncüllerine burada rastlarız. Yani dil, salt araçsal değil; aynı zamanda kültürel prestij yaratma amacına hizmet eden bir göstergeye dönüşmüştür. Soysal bu sahnede sadece dilsel yozlaşmayı değil, o dönemin batılılaşma arzusu ile kimlik karmaşası arasına sıkışmış sınıflarını da eleştirir. Kadınların konuşması, anlam derinliğinden uzak, moda terimlerle bezeli, birbirini tekrar eden bir kakofonidir. “Solution”, “at the end”, “everyone will be talking” gibi ifadeler, mesaj vermekten çok bir görünüş kurma niyetine hizmet eder. Bugün sosyal medya dilinde gördüğümüz “cool görünme kaygısı” ya da “Türkilizce” benzeri örnekler, 1970’li yıllarda farklı biçimde ama aynı sosyokültürel amaçla kullanılmıştır.
Bu örnek, dilin yalnızca değişen teknoloji ya da uluslararası iletişim baskısıyla değil; aynı zamanda bireylerin kendilerini nasıl sunmak istediklerine bağlı olarak da biçimlendiğini gösterir. Roman karakterlerinin dili kullanma biçimleri, onların sosyal konumları, aidiyet arzuları ve hayata bakışlarıyla doğrudan ilişkilidir. Dolayısıyla bugünkü dil tartışmalarını değerlendirirken bunun yalnızca bir çağın sorunu olmadığını; geçmişte de bireylerin dil üzerinden “kimlik giyinme” çabası içinde olduğunu hatırlamak gerekir.
Soysal’ın romanı, bu tür dilsel sapmaları yalnızca estetik bir araç olarak değil, aynı zamanda toplumsal eleştirinin bir cephesi olarak kullanır. Bugün “feedback aldım”, “challenge’ı tamamladım” ya da “bir deadline’ım var” gibi ifadelerle benzer bir noktada olduğumuzu düşünmek şaşırtıcı değil. Ancak romandan çıkardığımız ders şu olabilir:
Dil değişebilir ama dil bilinci değişmeden gelişemez.

Yorumunuzu Yayınlayın