Aşk; üzerine binlerce şarkı, şiir, roman, tiyatro ve destana konu olmuş, binlerce filmde işlenmiş bir duygudur. Kimileri için yaşama kaynağı, kimileri için ise ıstırap ve acının kaynağıdır. Bizi bütün canlılarla ortaklaştıran, binlerce yıl önce yaşayan atalarımızla da paylaştığımız duygudur. Peki, bu duygu neden bu kadar benzersiz? Neden mutluluk ve acı gibi birbirinden ayrı iki duygunun da ortak paydası? Sadece aşkı değil, aynı zamanda aşkın sürecini de merak ediyor insan. Nasıl aşık oluyoruz? Neden aşık oluyoruz? Kime aşık oluyoruz? Gibi daha nice sorular… Bugün bu sorulardan bazılarını cevaplamaya çalışacağız. Hiç düşündük mü neden aşık oluruz? Neden ömrümüz boyunca sanki bu dünyada eksikmişiz gibi hisseder, diğer yarımızı ararız?

İLK BAKIŞTA AŞK

İlk olarak aşk kelimesinin etimolojisine bakalım. Aşk, Arapça ˁşḳ kökünden gelen ˁişḳ عشق “şiddetle sevme, şiddetli ve yakıcı sevgi” sözcüğünden gelmektedir. Türk Dil Kurumu aşkı “Bir kimse veya bir şeye karşı duyulan çok kuvvetli sevgi ve bağlılık duygusu” olarak ifade ediyor. Türk Dil Kurumu sevgiyi ise şöyle ifade ediyor: İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu. Bu da bize gösteriyor ki aşk, aslında sadece cinsiyetler arasında gerçekleşen duygu alışverişinden öte, bir nesneye ya da bir düşünceye duyulan duygu olduğuna dair fikirler veriyor.

Aşk, her toplumda öne çıkan benzersiz bir duygudur. Dünya üzerinde yaşamış en ilkel insandan; en gelişmiş insana kadar herkesin yaşadığı bir duygu olan aşkın nasıl evrimleştiğini bilemiyoruz, çünkü duygular fosil bırakmaz ve genlerle analiz edilemez. Kişiden kişiye, zamandan zamana ve toplumdan topluma değişen ve bireyle iç içe olan duyguların antik dönemlerdeki halini ölçemeyiz. Her toplumda olduğu gibi, Antik Yunan’da da aşk duygusu üzerinde çokça durulmuştur. Antik Yunan’da Platon, aşk konusunu “Symposium” adlı eserinde ele almıştır. Ona göre, aşk bir tür yüceltme arzusudur ve fiziksel bir cisimle sınırlı kalmaz. Platon, aşkı ruhsal bir arayış olarak görür ve aşık olan kişinin gerçek güzelliğe, iyiliğe ve mükemmelliğe duyduğu bir özlem olarak tanımlar. Platon, aşkı fiziksel bir cisimle sınırlamaz; bunun yerine aşkın ruhsal boyutta gerçekleştiğini ve gerçek güzelliğe, iyiliğe ve mükemmelliğe olan arayışı temsil ettiğini öne sürer. Platon’un tanımları, “Platonik aşk” terimini ortaya çıkarmıştır. Ancak zamanla, ruhun güzelliğini sevmek olarak adlandırılan platonik aşk, imkansız ve ulaşılamayan aşk olarak değişmiş böylece anlamında farklılaşmalar meydana gelmiştir.

Hiç aşık oldunuz mu? Bu soru kimilerini uzaklara daldırmış olabilir. Cevabınız evet ise nasıl aşık oldunuz? Öncesinde durup düşündünüz mü? Saçları kıvırcık olsun, kaşları kalın olsun, beyaz tenli olsun, boyu uzun olsun dediniz mi? Tabii ki böyle bir analizde bulunmadınız. Sadece bir bakış bile, beyniniz anında sadece bir kişiye yoğunlaşmasına neden olabilir. Bu, beynimizin bize sağladığı avantajlardan biridir. Her ortamda cinsel başarıya ulaşabilmektense, o cinsel başarıyı sağlayacak unsurları yaratmanıza neden olacak bir duygunun ortaya çıkması son derece avantajlıdır. Tabii ki, bir bakış bizi hayattaki her idealimizi bırakıp bir kişinin peşinden koşturmaz. İlk bakışın ne kadar önemli olduğu kabul edilse de, aşkın kişisel arka planı -yani genetik ve kültürel özelliklerimiz- kime aşık olacağımızı belirlemede önemli bir rol oynar. Biyolojik yapımız, ilk bakışta tercihlerimizi etkilerken, kültürel faktörler ise sosyal uyum ve benzerlikleri değerlendirmemizi sağlar.

İnsanın aşk duygusunu yaşaması, evrimsel bir avantaj olarak kabul edilir çünkü aşk duygusu, sadece cinsel başarı elde etmekle kalmaz, aynı zamanda uygun bir ortak bulmak için daha uzun vadeli ve sağlam ilişkiler kurmamıza olanak tanır. Bu avantaj, aşk duygusunun evrimleşmesine yol açar.

AŞKIN KİMYASI

Aşık olduğumuzda karnımızda kelebekler uçuşur, kalbimiz hızlı hızlı atar ve göz bebeklerimiz büyür. Aşık olduğumuz kişi hakkında konuşurken heyecan yaşarız; onu gördüğümüz an içimizi tarif edemediğimiz bir ateş kaplar. Eğer daha önce aşık olmuşsanız, bu hisleri muhakkak yaşamışsınızdır. Aşk, insan deneyimindeki karmaşık duygulardan biridir ve sanılanın aksine, kalpte değil, diğer duygularda olduğu gibi beyinde başlayan bir duygudur. Beyindeki kimyasal süreçler, romantik çekimden tutkulu bağlantılara kadar her şeyi etkiler.Aşık olduğumuzda, beyinde dopamin ve serotonin gibi kimyasal maddelerin salınımı artar. Dopamin, keyif ve ödül hissi veren bir nörotransmitterdir ve romantik bir ilişkiyi heyecanlandırıcı ve tatmin edici kılar. Serotonin ise mutluluk ve huzur duygularıyla ilişkilidir ve romantik ilişkilerde duygusal bağları güçlendirir. Aşk, stres hormonları olarak bilinen kortizol ve adrenalinin seviyelerini düşürebilir. Romantik bir ilişki, stresi azaltabilir ve kişinin ruh sağlığını genel olarak iyileştirebilir. Bu da, partnerler arasında daha sağlıklı ve mutlu bir ilişkiyi teşvik eder. Aşk ve bağlanma duygusu, beyindeki oksitosin hormonunun salınımıyla ilişkilidir.

Oksitosin: sosyal bağlar kurmamızı ve güven duygusunu artıran bir kimyasaldır. Romantik ilişkilerde, oksitosin seviyeleri yükselir ve partnerler arasında derin duygusal bağlar oluşturulmasına katkıda bulunur. Beyindeki kimyasal süreçler, aşkın uzun vadeli etkilerini de şekillendirir. Romantik bir ilişki, beyindeki nöroplastisiteyi artırabilir; yani yeni bağlantıların oluşmasını ve beyin yapılarının değişmesini teşvik edebilir. Bu da, partnerler arasında daha güçlü ve kalıcı bir bağ oluşturabilir. Serotonin: aşk sadece birbirimize karşı hissettiğimiz romantik çekimle değil, aynı zamanda duygusal bağlarla da ilgilidir. Bu bağlar, serotonin adı verilen bir başka kimyasalın yardımıyla güçlenir. Serotonin, mutluluk ve huzur duygularıyla ilişkilidir ve romantik ilişkilerdeki güveni artırır. Partnerimizi gördüğümüzde hissettiğimiz sakinlik ve huzurun altında yatan şey, beyinimizdeki serotonin seviyelerinin artışıdır.

Aşk, beyinde belirli bir kimyasal döngüyü tetikler. İlk olarak, dopamin ve serotonin seviyeleri artar, romantik bir ilişkinin heyecanını ve mutluluğunu sağlar. Sonra, oksitosin salınımı artar ve partnerler arasında derin bağlar kurulmasına yardımcı olur. Bu kimyasal süreçler, aşkın fizyolojik ve duygusal boyutlarını bir araya getirir. Aşkın kimyasını keşfetmek, romantizmin perdesini aralayarak, insanlık tarihindeki en temel duygularımızın bilimsel bir anlayışını sağlar. Bu, sadece romantik ilişkilerimizi değil, aynı zamanda insan doğasını ve duygusal bağlarımızı daha iyi anlamamıza yardımcı olur. Beyindeki kimyasal süreçler, romantik ilişkilerin heyecanını, bağlarını ve uzun vadeli etkilerini şekillendirir.

Aşk için satırlar dolusu tanımlar yapılsa, saatlerce anlatılsa yine de az gelir. Biz aşkı sadece bir bakış olarak ele alsak yeterli…

Bu içeriğin her türlü sorumluluğu ve hakları, yazar(lar)ına aittir.
Bu içerik, Temsil.org editör ekibinin ve bu sitedeki diğer içerik üreticilerinin görüşlerini yansıtmaz.