Tarih boyunca güzellik algısı, dönemin özelliklerine ve toplumun beklentilerine göre sürekli değişti. Bu değişime ayak uydurmaya çalışan kişiler için süreç oldukça yıpratıcı geçti. Bakalım güzellik algısı geçmişten günümüze nasıl bir değişime uğramış…

Erkekler için beden ve güzellik, kendilerine duydukları saygının referans noktası değilken, kadınlarda bu durum tam tersi. Güzellik endüstrisi, kadınlar için daha çok ön planda. Günümüzde kadın ve güzellik bir elmanın iki yarısı gibi bütünleşmiş durumda. Bizleri sadece fiziksel görünüm üzerine düşünmeye iten toplumsal baskı, toplumların ortaya çıktığı dönemden beri hayatlarımızda söz sahibi olmaya devam ediyor. Üstelik üzerimizde kurduğu bu baskı bizi o kadar etkilemiş durumda ki, sokağa çıktığımızda herkesin güzellik kalıplarına uyma uğruna tek tip olduğunu görüyoruz. Bahsettiğim tek tip olma durumu kadın veya erkek fark etmeksizin tüm insanlığa etki etmiş durumda ama kadınların üzerindeki gün geçtikçe artan fiziksel ve ruhsal baskıyı artık kimsenin görmezden geleceğini düşünmüyorum. Toplumlarda açıkça diretilen ve kadına doğumundan itibaren yüklenen “iyi bir eş olmak”, “iyi bir anne olmak’’ algısı yeterince zor değilmiş gibi güzellik algısı da her zaman kadınlar üzerinde daha baskın olmuştur. “Kadınlar ahlaklı giyinmeli, göz alıcı renkte giyinmemeli gibi düşünceleri, kadınları tarih boyunca farklı kalıplara sokmuştur. “Çirkin kadın yoktur, bakımsız kadın vardır. Erkeğin güzeli, çirkini olmaz; efendisi olur, iti kopuğu olur” gibi söylemlerle de bu düşünceler pekiştirilmiştir.  Şimdiyse sizlere, bu duruma belki bir miktar farkındalık sağlamak için  değişen güzellik algısından bahsetmek istiyorum.

GÜZELLİĞİN NE ÖNEMİ VAR ?

Botticelli’nin Venüs’ün Doğuşu tablosu

Gözle görülen obje, kulakla işitilen şarkı, tadı alınan bir yemek, koklanan bir çiçeğin kokusu gibi duyu organlarımızla algılananlar yanında, güzel ahlak gibi soyut kavramlar da güzellikle ilgilidir. Bir kişinin “güzel” olarak isimlendirilmesi, ister kişisel görüş olsun ister toplumun ortak değeri olsun genellikle, kişilik, zeka, zarafet gibi “iç güzelliğinin” ve sağlık, gençlik ve cilt gibi “dış güzelliğin” bir birleşimine dayanır. Araştırmalar insanlarda beğenilerin ortaya çıkmasında, diğer hayvanlarda olduğu gibi eş seçiminde en etkili kriter olduğu olduğunu ortaya koymuştur. Bu durumda güzelliğim evrimsel açıdan yararsız bir kavram olmadığını söylememiz mümkündür. Aksine nesillerin devamı için evrimi şekillendirdiğini söyleyebiliriz.

Güzellik, ozanlar tarafından övülür, sanatçılar tarafından vücuda getirilmeye çalışılır; cazibelidir ve güzel olana sahip olma arzusu evrenseldir. Buna karşın güzelliğin ne olduğu konusunda bir birlik yoktur. Güzellik, güzel olan nesnede midir yoksa gören gözde midir? Yani nesnel bir güzellikten, herkesin üzerinde uyuştuğu bir güzellikten bahsedebilir miyiz yoksa güzellik kişiye mi aittir? Tüm bu soruların cevabını yazımızın devamında arayalım.

GÜZELLİK ALGISI NASIL OLUŞTU ?

Günümüzde güzellik algısı, kadınların en az sağlıklı olmak kadar önemli olarak gördüğü bir algıdır. Moda kadar olmasa bile zamanla değişkenlik gösteren bu algı kadının aynada gördüğü görüntüsünü beğenmesinden çok toplumun o görüntüsüne onay vermesini istemesinden geçiyor. İnsanların güzellik algısını şekillendiren birçok faktör bulunmaktadır ve bu faktörler kişiden kişiye ve kültürden kültüre değişiklik gösterebilmektedir. Yapılan araştırmalar tüm dünyada ortak bazı güzellik kriterlerinin olduğu kanısına varmıştır. Bunlar; sağlıklı bir cilt, simetrik yüz hatları ve dengeli bir vücut yapısıdır.

Güzellik hiçbir zaman mutlak ve değişmez olmamıştır. Aksine tarihsel çağına ve var olduğu ülkenin yapısına göre bile çeşitli biçimlere bürünmüştür. Yıllar içerisinde güzellik anlayışlı sürekli değişmişse bile bakımlı, hoş kokulu, temiz olma tutkusu hiç değişmemiştir. İnsan kendini güzel ve bakımlı hissettikçe özgüveni artmış bu durum günlük hayattaki sosyalliğine yansımıştır.

FELSEFE İÇİN GÜZELLİK

Antik Yunan’ın meşhur filozoflarından Platon ya da bilinen diğer adıyla Eflatun, güzelliğin mutlak bir kavram olduğunu düşünüyor ve ideal bir güzelliğin var olması gerektiğine inanıyordu. Platon’un öğrencisi Aristo’ya göre ise güzel olan, salt kendisi için arzulanabilir olandı. Aristo güzellik kavramını matematiksel bir orantı gibi inceliyor ve bu şekilde ele alıyordu. Ünlü ressam Leonardo da Vinci’ni de eşsiz eseri Mona Lisa’yı altın orana göre resmetmişti. Yunan mitolojisinde güzelliğin tanrıçası olarak bilinen Afrodit bizlere, güzelliğin her zaman bir beden ve kişi örneği ile sunulduğunu gösteriyor.

KOZMETİĞİN TARİHÇESİ

Kozmetik: bir kimseyi daha çekici hâle getirmek ya da görünüm sorunlarını gidermek için kullanılan ürünleri, uygulanan bakım ve tedavileri kapsayan bir kavramdır.

Eski Mısır’da kadınlar göz kapaklarını boyamak için rastık kullanıyordu, Kleopatra ise cildini beyazlatmak ve yumuşatmak için sütle yıkanıyordu. Yine Antik Mısır’da kadınların makyaj konusunda eğitildiği, bakımsız gezen kadınların ise toplum tarafından dışlandığı kayıtlara geçmişti. MÖ 2000’li yıllarda, Mezopotamya toprakları; ilaç ve kozmetik malzemelerin hazırlanmasında kullanılan baharat ve bitkiler için ticaret merkezi haline gelmiştir. Mezopotamya da göz boyama ve tırnak boyama uygulamaları için kına kullanıldığı görülmüştür. Göz pudrası olarak kurşun sülfürü, dudak boyası olarak civa sülfürü ve gözlerin parlamasını sağlamak için de güzelavrat otu gibi zehirli maddeler kullanılıyordu. Aynı dönemde Çinli kadınlar yüzlerini güzelleştirmek ve kırışıklıklarını gizlemek için gece boyunca beklettikleri çay yağı ve pirinç tozu maskesinden faydalanmışlardır. Ayrıca, Çin’de yasemin, misk ve lotustan parfüm yapıldığı bilinmektedir.

Yunan kültüründen etkilenen Romalıların parfüm ve kozmetiklere düşkün olduğu ve Romalı kadınların, ceviz özünü saçlarını koyulaştırmak için kullanırken, gözlerini boyamak için de antimon kullandıkları bilinmektedir. Kadınlar 19. yüzyıla kadar, yüz beyazlatmak için kadınlar karbonat, hidroksit ve kurşun oksit bulunan özel bir karışım kullanılıyorlardı. Her kullanımda bedende biriken bu maddeler, sayısız fiziksel rahatsızlığa neden oluyor; kimi zaman kasların felç olmasına ya da ölümlere yol açıyordu. 19. yüzyılda bu öldürücü karışımın yerine, içinde çinko oksit bulunan yeni bir yüz pudrası kullanılmaya başlandı. Terlemeyi önleyen ve etkin maddesi alüminyum klorür olan koku gidericiler 1890’larda ortaya çıktı. 1940’larda, yarattığı büyük cilt sorunu nedeniyle, alüminyum klorürün yerine, günümüzde de kullanılan alüminyum klorohidrat geldi.

18 ve 19. yüzyıllarda kozmetik endüstrisi daha da gelişti. Avrupa’da, çeşitli makyaj ürünleri ve parfümler üretilmeye başlandı. Kraliçe Victoria döneminde güzellik standartları önem kazandı. 20. yüzyılda kozmetik endüstrisi büyük bir patlama yaşadı. Daha fazla kimyasal madde içeren ürünler üretilmeye başlandı. Ruj, maskara, oje gibi ürünler popülerlik kazandı. Kozmetik markaları büyüdü ve globalleşti. 1920’lerde, sinema sayesinde beyaz ten modası tarihin tozlu sayfalarına karıştı, bronz ten moda olmaya başladı. 1945’lerden itibaren kadınlar; kaşlarını alıp, saçlarını kısalttı, gözleri farlarla belirginleştirilmeye başladılar, bu dönemde kırmızı renkli dudaklar ön plana çıkmamaya başladı.

MODA MI, BAĞIMLILIK MI ?

Her dönem gerçekleşen defileler sayesinde o senenin modasını, neler giyebileceğimizi öğreniyoruz ve bu kıyafetleri almak zorunda hissediyoruz kendimizi. Önemli olan o anki modayı yakalamamız, bir sonraki modaya kadar da onu tüketmemiz gerektiği bilinci bizlere aşılanıyor. Büyüyen tüketim çılgınlığında farklı olmaktan korkan bireyler haline geldik. Peki bu durum tarih boyunca nasıldı?

EN ESKİ KADIN FİGÜRLERİ

Willendorf Venüsleri

Eski dönemler de insanların görüntülerine bakılarak statüleri anlaşılıyordu. Gündelik hayatta hiçbir iş yapmayan, güneşe çıkmak zorunda kalmayan, hatta hareket bile etmeyen saray kadınları daha kilolu, açık tenli, geniş kalçalı olurken; evini geçindirmek zorunda olan, sürekli çalışan ve maddi yetersizlik nedeni ile iyi beslenemeyen alt kesim; daha zayıf ve daha koyu tenli oluyordu. En eski örnek diyebileceğimiz M.Ö. 24.000-22.000 yıllarında yapılmış olan Paleolitik dönem Venüsleri bizlere kaynak olmuş en önemli kadın figürleridir. O dönemlerde kadın, doğurganlığın sembolüydü. Bu nedenle Venüsler, büyük göğüslü, geniş kalçalı kadınları tasvir ederlerdi; çünkü o dönem bir kadın ne kadar kiloluysa o kadar sağlıklı ve doğurgan olarak görülüyordu.

ÜST SINIF GÖSTERGESİ OLARAK MAKYAJ

Kraliçe 1. Elizabeth

Rönesans Dönemi olarak bilinen 14 ve 16. yüzyıllar arasında ise genel olarak küçük göğüsler, geniş kalçalar yani kıvrımlı hatlara sahip olan kadınlar o dönemin modasına uyuyordu. Günümüze kıyasla fazla açık tenli olan bu kadınlar için güzellik bir statü imgesiydi. Saraylarında oturan, güneş altına pek çıkmayan yüksek zümre kadınları bu özellikleri karşılıyorlardı. Çiçek hastalığıyla birlikte de makyaj yapmak kadınlar için bir gereklilik haline gelmişti. Özellikle 1. Elizabeth’in portrelerinde kolayca görebileceğiniz gibi pudrayla daha da solgunlaştırılmış suratlar, kırmızı bir ruj ve açık renk saçlar o dönemin modasıydı. Alt kesimden olan dar gelirli ve çalışan kadınların yanında kolayca ayırt edilebilirlerdi çünkü özellikle makyaj kadınlar arasındaki hiyerarşik yapıyı belli ederdi. Bu dönemde kadınlar şehvetin ve duygusallığın simgesi haline gelmişlerdi ve “altın oran” olarak bilinen simetrik yüz hatları bu dönemde moda olmaya başlamıştı.

GÜZELLİK UĞRUNA İŞKENCE

Kraliçe Viktorya

Viktorya dönemi olarak bilinen 19. yüzyılda kadınlar bellerini dar gösterip, bedenlerini kum saati görünümüne kavuşturmak için korseleri kullanıyordu. Korseler oldukça popülerdi. Ancak bazen bu bile yeterli değildi. Bundan dolayı yeni bir yöntem keşfettiler. Solucanları yutuyorlardı ve midelerindeki solucanlar, kadınların gün boyunca yedikleri yemekleri yiyordu. Solucan diyeti böylece kadınların kilolarını korumalarına yardımcı oluyordu. Ayrıca bu insanlar, ölümle ilgili saplantılı fikirlere sahipti. Kadınların ölü gibi görünmesinin çekici olduğunu düşünüyorlardı. Arsenikli gofret yiyerek yavaş yavaş kendilerini zehirlediler. Arseniğin zehirli ve bağımlılık yapıcı olduğunun farkında olsalar bile istedikleri güzelliğe ulaşmak için bunu uygulamaya devam ettiler. 1800’lerde kıvırcık saç popülerdi. Maşalar önceden ısıtılıyordu. Kadınlar maşayı ateşten çıkarıp, hızlı bir şekilde saça uygulayınca, saçları yanıyor ve dökülüyordu. Kraliçe Viktorya döneminde kellik kadınlar için sık görülen bir problemdi.

GÜZELLİK NORMLARINA MEYDAN OKUNAN ZAMANLAR

Marilyn Monroe

  • 1920’lerde kadınlar, giyim tarzlarında ve davranışlarında özgürlük arayışına girmişlerdir. “Jazz Çağı” olarak bilinen bu dönemde, kadınlar saç stillerini kısaltıp, dar elbiseler giyerek geleneksel güzellik normlarına meydan okumuşlardır. 2. Dünya Savaşı sırasında, makyaj malzemelerine olan kısıtlamalar nedeniyle doğal güzellik ön plana çıkmıştır. Kadınlar daha sade ve doğal makyaj tercih etmişlerdir.
  • 1950’lerde, Hollywood’un etkisiyle romantize edilmiş bir kadınsı görünüm önem kazanmıştır. Bu dönemde Marilyn Monroe gibi ünlülerin vücut hatları ve makyaj tarzları, genel güzellik standartlarını belirlemiş ve vücut hatları üzerinden kadınsılığın vurgulanması yaygınlaşmıştır.
  • 1960’lar, gençlik kültürünün yükseldiği bir dönemdir. Twiggy gibi modellerin ortaya çıkmasıyla ince ve genç görünüm, güzellik ideali haline gelmiştir.
  • 1970’lerde güzellik algısı daha çeşitli hale gelmiştir. Afro saç stilleri ve doğal ten renkleri öne çıkmış, çeşitli güzellik standartları benimsenmeye başlanmıştır.
  • 1980’lerde estetik cerrahi popüler hale gelmiş, yüz hatlarını vurgulama ve gençleştirme çabaları artmıştır. Aynı dönemde yüksek moda ve ünlülerin etkisiyle belirgin makyaj, güçlü kaşlar ve dolgun dudaklar moda olmuştur.
  • 1990’lar, doğal güzellik ve çeşitlilik anlayışının önem kazandığı bir dönemdir. Her türlü ten rengi, vücut tipi ve saç rengi güzellik standartları arasında yer bulmaya başlamıştır.
PEKİ DURUM GÜNÜMÜZDE NASIL ?

Güzellik standartları giderek daha çeşitli hale geliyor ve kapsayıcı bir yaklaşıma yöneliyor. Farklı etnik kökenlerden, beden tiplerinden ve cinsiyet kimliklerinden gelen modellerin daha fazla temsil edildiği bir dönem yaşanmakta. Sosyal medya, güzellik algısının şekillenmesinde önemli bir faktör. Bu platformlar aracılığıyla bireyler, kendi güzellik standartlarını oluşturmakta ve paylaşıyor. Sosyal medya influencerları, kendi benzersiz güzellik anlayışlarını geniş kitlelere ileterek geleneksel normlara meydan okuyor. Dijital makyaj uygulamaları ve filtreler, güzellik algısını önemli ölçüde etkilemekte.  Sosyal medya kullanıcıları, fotoğraflarını makyaj uygulamaları ve filtrelerle düzenleyerek sanal bir güzellik standardına yaklaşma eğiliminde bulunuyor. 21. yüzyılda doğal güzellik vurgusu giderek artmaya devam etmekte.

Günümüzde bireyler, organik ve doğal içerikli kozmetik ürünlere ilgi gösteriyor ve sağlıklı yaşam tarzını benimsiyor. Sağlıklı beslenme, spor ve genel yaşam kalitesi güzellik algısını etkileyen unsurlar arasında. Bireyler, kendi benliklerini daha fazla kabul etme eğiliminde. Geleneksel güzellik normlarına meydan okuma ve bireysel özgünlüğü vurgulama, 21. yüzyılın güzellik anlayışlarında belirgin bir özellik haline geliyor. Sürdürülebilirlik ve çevresel farkındalık, kozmetik endüstrisinde ve güzellik algısında önemli bir yer edinmiştir. Doğa dostu ürünler ve sürdürülebilir güzellik uygulamalarına olan talep her geçen gün artıyor.

DIŞ GÜZELLİK, İÇ GÜZELLİĞİ ETKİLER Mİ ?

Dr. Gordon Patzer’e göre insanlar güzel ve çekici gözüken insanlara karşı daha olumlu davranmaya evrimleşmişlerdir. Bu durum günlük hayatımızda pek çok eşitsizliğe yol açmaktadır. Maaş konusunda da benzer bir tablo karşımıza çıkar, London Guildhall University tarafından yapılan bir ankete göre ideale uygun kişilere göre daha az “güzel” bulunan erkekler %15, daha az güzel bulunan kadınlar ise %11 az maaş alırlar. Halo Etkisi ile açıklanan bu durum, güzel insanların güzellik dışındaki diğer özelliklerinin de olumlu algılanmasıdır. Güzel olanın aynı zamanda ahlaklı da olduğu düşünüldüğü çalışmalar ve meta analizler sonucunda ortaya çıkmıştır. İnsanlar bazen fiziksel açıdan çekici olan insanların, daha az çekici olan insanlara kıyasla daha tercih edilir özelliklere sahip olduğu varsayımında bulunur. Bu duruma “fiziksel çekicilik stereotipi” ya da “güzel olan iyidir stereotipi” denir Farklı şirketlerde, çalışanlara yönelik yapılan psikolojik değerlendirmeler incelendiğinde, güzel ve çekici çalışanların diğer çalışanlara göre “daha sadık, zeki ve arkadaş canlısı oldukları” düşünülmüştür.

GÜZELLİK TESADÜFTÜR!

Araştırmacılara göre doğadaki güzellik tamamen tesadüftür ve tüm evrimsel değişimler adaptiftir. Hayvanlar estetik tercihlere sahip oldukları ve bunun üzerinden seçim yaptıkları için güzellik kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktır. Kısaca tarih boyunca her dönem için güzellik anlayışı değişime uğramıştır. Moda safsatası altında bizlerden bu kurallara uymamız ve etrafımızdaki insanların gözüne hitap etmemiz bekleniyor. Bizler kusursuz olma isteğimizi sonlandırdığımızda, hayatımızın ne kadar kolaylaştığının farkına varacağız. Zaten doğanın kendisinde bile kusurlar varken, kusursuzluğa ulaşma çabası ne kadar mantıklı ki ?

Filozof David Hume’un dediği gibi “Güzellik bizzat nesnelerde olan bir şey değildir. O olsa olsa bu nesneler üzerinde düşünen zihnin içindedir. Güzellik bakanın gözlerindedir.”

İlgilisi için TRT Belgeselin yapmış olduğu kısa belgeseli aşağıya bırakıyorum.

Kaynakça

Bu içeriğin her türlü sorumluluğu ve hakları, yazar(lar)ına aittir.
Bu içerik, Temsil.org editör ekibinin ve bu sitedeki diğer içerik üreticilerinin görüşlerini yansıtmaz.