‘’İki devlet tek millet’’ sözü, özellikle son zamanlarda iftiharla kullandığımız, manası derin ve bence düşmana korku dosta güven veren bir ifadedir.

Can kardeşimiz Azerbaycan’dan bahsediyoruz. Gerçekten de iki devlet tek millet olduğumuzu son yaşanan ve zaferle sonuçlanan Karabağ Savaşı ile de; tüm dünyaya ve tüm düşmanlarımıza gösterdiğimizi düşünüyorum. Azerbaycan’ın tarihine geçmeden önce, çok sevdiğim şair ve yazar Bahtiyar Vahapzade’nin şu dizelerini hatırlatmak istiyorum:

Birdir bizim hər halımız
Sevincimiz – məlalımız
Bayraqlarda hilalımız
Azərbaycan – Türkiyə.

Konum

Azerbaycan, coğrafi, stratejik ve ticari olarak önem taşıyan yolların üzerinde bulunur. Sahip olduğu maden yatakları, doğal kaynakları nedeniyle de birçok halk bu topraklar üzerinde hâkim olmak istemiştir. Azerbaycan toprakları üzerinde gerçekleşen bu mücadeleler hem bu topraklar üzerinde yaşayan insanların başka milletlerin kültürleriyle kaynaşmasını sağlamış, hem de milliyetçilik ve özgürlük duygularını kamçılamıştır. İlk topraklarına yerleşmeye başlayan insanlardan günümüze kadar Azerbaycan aşama aşama, bazen kaybederek bazen kazanarak önemli bir özgürlük mücadelesi vermiştir (Göl, 2016).

Batı Asya ile Doğu Avrupa’nın kesişim noktası olan Kafkasya’da yer alan bir ülkedir. Güney Kafkasya’nın en büyük yüzölçümüne sahip ülkesi olan Azerbaycan’ın doğusunda Hazar Denizi, kuzeyinde Rusya, kuzeybatısında Gürcistan, batısında Ermenistan ve güneyinde İran ile komşudur. Kendisine bağlı olan Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nin ise kuzey ve doğusu Ermenistan ile güneyi ve batısı İran ile çevrilmiştir, Türkiye ile de 17 km’lik sınırı bulunmaktadır.

Etimoloji

Atropates’in Büyük İskender ile görüşmesi, Azerbaycan Ulusal Tarih Müzesi

Azerbaycan ismini etimolojik olarak incelediğimizde “Āzar” Ateş, baycan veya orijinal olarak bilinen haliyle “Pāyegān” Muhafız/Koruyucu (ĀzarPāyegān=”Ateş Muhafızları”) anlamına gelmektedir. Adların kökeni Zerdüştlük dönemi Perslerine (İran) dayanır. Müslümanların Pers’i fethetmesinden sonra birçok Farsça söz Arapça yazılmaya başlandı ve orijinal telaffuz şeklini yitirdi; örneğin “G/P/ZH /CH” sesleri Arapça’da herhangi bir karşılık bulamadı. Böylece “Azar Paigān, Azerbaycan olarak bilinir hale geldi. Bir diğer rivayette ise, bu bölgenin Büyük İskender tarafından fethinden ve İskender’in M.Ö 323’te ölümünden sonra bu bölgenin yönetimini İskender’in komutanlarından birisi olan Antropates üstlenmiş, ancak bu isim Sasani söyleyişinde Azurbazagan, Arapların söyleyişinde de Azerbaycan’a dönmüştür.

Hakimiyet

Tarih öncesi dönemde Taş Devri, Tunç Çağı ve Demir Çağı’na kadar uzanan Azerbaycan, Antik Çağ’da Ahameniş ve Seleukos hâkimiyeti altında kalmıştır. Persler (bu imparatorluk 250 yıldan uzun süre varlığını sürdürdü ve daha sonra Büyük İskender tarafından ele geçirildi ve eski Pers İmparatorluğu topraklarında Helenistik kültürü yükselmeye başladı), Sasaniler ve Bizanslılar gibi birçok uygarlığın etkisinde kalan Azerbaycan, Orta Çağ’da İslami fetihler ile ilk önce Araplar’ın daha sonra ise Selçuklular’ın hakimiyetine geçti. Sonrasında Moğollar’ın fethettiği bu topraklarda Akkoyunlular ve Karakoyunlular’ın rekabeti başladı. Devamında Şirvanşahlar, Safeviler ve Şii’liğin hakimiyetine girdi. 18. ve 19. Yüzyıllarda İran yönetiminden sonra Ruslar’ın egemenliği altındaydı.

Günümüze yaklaştığımızda, 1918’de Mehmet Emin Resulzade, Müsavat Partisi’ni kurmuş; Rus ve diğer devletlere karşı ‘millî bilinç’ ve ‘millî kuvvet’ oluşturulmuştur. 1918-1920’de Kafkasya Kurultayı’nı toplamış ve 28 Mayıs 1918’de de Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır. Bu İslam Dünyasında kurulan ilk demokratik cumhuriyettir. Ancak Bakü’de, Bolşevikler, Taşnaklar ve Menşevikler koalisyonu Nuri Paşa liderliğindeki bir Türk-İslam ordusuna(Kafkas-İslam Ordusuna) karşı savaştı. “Bakü Komünü” olarak bilinen bu koalisyon yerel halkın silahlandırılmış Taşnak-Ermeni kuvvetleri tarafından katliamlara uğramasına da yol açtı ve koalisyon bu olayları görmezden geldi. Ancak bu koalisyon yıkıldı ve yerini Temmuz 1918’de Merkezi Hazar Diktatörlüğü olarak bilinen İngiliz kontrolündeki bir hükümet aldı. 15 Eylül 1918’de Ağustos – Eylül aylarındaki savaşlar sonucunda Nuri Paşa’nın önderliğindeki Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti ve Osmanlı İmparatorluğu’nun ortak kuvvetleri Bakü’ye girdi ve şehri genç Azerbaycan devletinin başkenti ilan etti. Bu olay her zaman Azerbaycan tarihinin en onurlu olaylarından biri olarak kabul edilir.

Aslına baktığımızda o zamanlardan günümüze bir şeyin değişmediğini Namık Kemal’in ‘’Fıtrat değişir sanma! Bu kan yine o kandır’’ dizeleri açıkça gösteriyor.

Kızıl Ordu’nun Azerbaycan’a girişi, 1920 (topwar.ru)

28 Nisan 1920’de Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuş ve ardından Sovyetler Birliği topraklarına katılmıştır. Ülkenin tekrar bağımsızlığını kazanması 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması ile gerçekleşmiştir. Karabağ Savaşı sırasında Ermenistan, Dağlık Karabağ bölgesini ve bu bölgenin çevresindeki yedi rayonu işgal etti. Dağlık Karabağ’da ortaya çıkan Dağlık Karabağ Cumhuriyeti, fiilen savaşın sona ermesinden bu yana bağımsız olmasına rağmen, diplomatik anlamda hiçbir devlet tarafından tanınmamaktadır ve Azerbaycan’a bağlı bir de jure bölge olarak kabul edilmektedir.

Bakü, 1950’ler (en.wikipedia.org)

Mihail Gorbaçov tarafından uygulamaya konulan glasnost politikasının ardından, iç huzursuzluk ve etnik çatışmalar Azerbaycan SSC’nin sınırları içinde kalan Dağlık Karabağ da dahil olmak üzere Sovyetler Birliği’nin çeşitli bölgelerinde büyüdü. Azerbaycan’da rahatsızlıklar, Moskova’nın ilgisizliğine cevap olarak zaten sıcak çatışmalara dönüşmüştü ve bu çatışmalar bağımsızlık ve ayrılık çağrısına yol açtı; olaylar Bakü’de yaşanan Kara Ocak’ta doruğa çıktı. 1990 yılından sonra, Azerbaycan SSC Yüksek Konseyi, başlıktaki “Sovyet Sosyalist” kelimesini kaldırdı, Azerbaycan Cumhuriyeti Bağımsızlık Bildirisi’ni kabul etti ve devlet bayrağı olarak Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin bayrağını kullanmaya başladı. Bu olaylardan sonra bağımsızlık hareketleri daha da hızlanmış, ülkede geniş bir taban desteği bulan Halk Cephesi Hareketi’nin baskısıyla 31 Ağustos 1991 tarihinde Azerbaycan bağımsızlığını ilan etmiş, 18 Ekim 1991’de Milli Meclis Bağımsızlık Kanunu kabul etmiştir. 70 yıllık aradan sonra 7 Haziran 1992 tarihinde ilk defa yapılan demokratik Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Halk Cephesi Lideri Ebulfez Elçibey Cumhurbaşkanlığına getirilmiştir. Daha sonrasında Ermenistan saldırıları karşısında zor durumda kalan ve darbe girişimi ile çekilmesi istenen Elçibey Nahçıvan Milli Meclis Başkanı Haydar Aliyev’i göreve davet ederek kendisi Nahçıvan’a çekilmiştir.


Bağımsızlığın ilk yılları, Ermenistan ile yapılan Dağlık Karabağ Savaşı’nın gölgesinde kaldı. 1994 yılında çatışmaların sonunda Ermeniler, Dağlık Karabağ da dahil olmak üzere Azerbaycan’ın yüzde 16 kadarını kontrolü altına aldı. Yaklaşık 30.000 kişi yaşamını kaybetti ve bir milyon kişi bulunduğu yerden ayrılmak zorunda kaldı. Dört Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı (822, 853, 874 ve 884), “Ermeni güçlerinin Azerbaycan’ın işgal altındaki tüm topraklarından çekilmesini istedi”.1970 nüfus sayımına göre 510.000 Rus ve 484.000 Ermeni Azerbaycan’da yaşamaktaydı; 1990’larda ise birçok Rus ve Ermeni, Azerbaycan’ı terk etti. 25-26 Şubat 1992’de Ermenistan’a bağlı kuvvetlerin Azeri sivilleri topluca katlettiği Hocalı Katliamı, İnsan Hakları İzleme Örgütü de dahil olmak üzere birçok uluslararası örgüt tarafından soykırım olarak kabul edilmektedir. 1946’ya dek Sovyetler Birliği’nin (SSCB) silahlı kuvvetleri. 1918’de, Rus İç Savaşı esnasında Bolşeviklerin silahlı kuvvetleri olarak kuruldu ve 1922 yılında SSCB’nin resmî ordusu oldu.

Dağlık Karabağ’dan göç ettirilen insanlar, 1992-1993

Benim Azerbaycan tarihi boyunca en çok etkilendiğim iki olay vardır. İki olay da aslında Karabağ hakkında ama ikisinde de yaşadığım duygular birbirinden tamamen farklı. Bunlardan ilki Hocalı Katliamı. Okuyup araştırdığımda yüreğimi parçalayan bu olay, Karabağ Savaşı sırasında 26 Şubat 1992 tarihinde Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında yaşanan ve orada yaşayan Azerbaycan halkının Ermenistan’a bağlı kuvvetler tarafından toplu şekilde öldürülmesi olayıdır. Resmi kaynaklara göre 83 çocuk, 106 kadın ve 70’ten fazla yaşlı dahil olmak üzere 613 kişi öldürülmüş, toplam 487 kişi ağır yaralanmıştır. 1275 kişi rehin alınmış, 150 kişi ise kaybolmuştur. Yapılan işkenceler kelimeler ile tarif edilemeyecek kadar kan dondurucuyken, böyle bir zalimliği ve insanlık dışı hareketi yapabileceklerin Ermeniler olduğunu unutmamak lazım. Diğer bir olay ise 27 Eylül 2020 sabahı başlayan, son Karabağ Savaşı diyebileceğimiz olaydır. Başladığı günden itibaren her gün aralıksız takip ettim, hep dualar ettim. Tam o sıralarda okuduğum Mehmed Niyazi’nin Ölüm Daha Güzeldi isimli kitabı beni bu kadar araştırmama ve sürekli takip etmeme neden olan bir faktör olmuştu. Okuduğum kitap SSCB işgali altına giren Azerbaycan halkının yaşadıklarını ve verdikleri özgürlük mücadelelerini anlatıyordu. Kitabı okuyup bitirdikten sonra anladım isminin neden Ölüm Daha Güzeldi olduğunu. Hem bu kitabı okumam hem de olayları daha çok araştırıp anlamam beni derinden etkilerken bir yandan gelen zafer haberleri ile de içim içime sığmıyordu. Azerbaycan halkının Ermeni işgali yüzünden köylerinden çıkarkenki fotoğrafları gözümün önünden gitmiyordu. Çok şükür ki ben de bu tarihi olaya tanıklık edebildim. Bu yüzden ki benim için en önemli olay bu son Karabağ Savaşı ile şanlı bir zafer elde edilmesidir. Yaşanan zafer sadece Azerbaycan topraklarında değil, tüm Türkiye’de, Ukrayna’da, Pakistan’da, Kazakistan’da, Kırgızistan’da ve Türk’ün olduğu her yerde büyük bir sevinç ile karşılanmıştır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk de şu sözleriyle aramızdaki bu güçlü kardeşlik bağını en güzel şekilde dile getirmiştir:

‘’Azerbaycan’ın sevinci bizim sevincimiz, kederi bizim kederimizdir.’’

Atatürk’ün Nahçıvan’a Verdiği Önem

Azerbaycan’a bağlı bir özerk cumhuriyet olan ancak Azerbaycan’la karadan bağı olmayan, Türkiye’ye komşu olan Nahçıvan 1921’de Azerbaycan’a bağlı bir sosyalist özerk cumhuriyet olarak kurulmuştu. Bölgenin özerkliği ise Türkiye sayesinde olmuştu. Azerbaycan ile karasal bağı olmayan Nahçıvan’ı topraklarına katmak isteyen Ermenistan’a Türkiye karşı çıkmış ve Azerbaycan Türklerinin yurdu olan bölgenin Azerbaycan’a bağlı özerk cumhuriyet olmasını Türkiye sağlamıştı.

Türkiye meseleyi önce Rusya’ya ardından Dünya kamuoyuna kabul ettirmişti.

Fakat o zamanlar Türkiye’nin de Nahçıvan ile sınırı yoktu. Azerbaycan Türklerinin yurdu olan Nahçıvan bölgesi Ermenistan işgaline uğramıştı. Osmanlının 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın Nahçıvan’ı kurtarmasıyla bölge tekrar hürriyetine kavuşmuştu.

Nahçıvan, Orta Asya’daki uzak Türklere kavuşmanın “giriş kapısı” olarak görülüyordu. Fakat zaman içinde sınır ortadan kalkmıştı.
Buranın Azerbaycan üzerinden Orta Asya’daki Türklere kavuşmanın “giriş kapısı” olduğunu bilen Atatürk de Nahçıvan’a “Türk Kapısı” demiş ve Nahçıvan’la sınırdaş olabilmek için Dilucu’nda İran’dan toprak satın almıştır. Böylece Nahçıvan ile Türkiye arasında yaklaşık 15 kilometrelik bir sınır yaratılmış ve “Türk Kapısı” açık tutulmuştur.

Atatürk’ün Nahçıvan’a “Türk Kapısı” dediği ifadelerini 1921 Kars Anlaşmasını yapmak üzere Ruslarla masaya oturan Yusuf Kemal Bey aktarmıştır:

Yusuf Kemal Bey, Mustafa Kemal’e sorar: “Paşam Ruslar Nahçıvan üzerinde ısrar ederlerse ne yapalım?”
Mustafa Kemal Paşa, “Nahçıvan Türk Kapısıdır. Bu hususu nazar-ı itibara alarak elinizden geleni yapınız.” der.
Toplantıda muhatap olan Stalin, Yusuf Kemal Beye “Nahçıvan üzerinde niçin bu kadar ısrar ediyorsunuz?” deyince o da, “Orası Türk kapısı da ondan” cevabını verir.

Bu görüşmelerde Türk heyeti başlangıçta Nahçıvan’ı Türkiye himayesine almak istese de müzakereler neticesinde Nahçıvan’ın özerk bir yapıya sahip olması ve başka bir devlete terk etmemek şartıyla Azerbaycan himayesine bırakılması kararı alınmıştır.

Kimi kaynaklarda Atatürk’ün İran’dan kendi parasıyla bir miktar toprak satın alarak Nahçıvan hattını korumaya çalıştığı da iddia edilir.

Nihayet görüşmeden dönen heyete Mustafa Kemal şöyle söyler:

“Yusuf Kemal Bey kapımız mevcudiyetini muhafaza ediyor, bizim için mühim olan budur.”

Mustafa Kemal Atatürk ve Türk Dünyası

Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk’e atfen inkılap tarihi derslerinde şöyle bir ifade kullanır:

‘’Şu kadarını belirtmeliyim ki, her şeyden evvel bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum, böyle öleceğim. Türk birliğinin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım.’’

Bu ifadeden Atatürk’ün, Türklüğü ile ne kadar iftihar ettiği ve O’nun gelmiş geçmiş en büyük Türk milliyetçisi olduğu rahatlıkla anlaşılır.


Atatürk, Türklük ve Türk dünyası hakkında ne düşünmüştü ve ne hissetmişti? Bunun tartışmasını uzun uzadıya yapmaya gerek yoktur. Çünkü, ‘’Benim hayatta yegane fahrim ve servetim Türklükten başka bir şey değildir.’’ ‘’Bu memleket tarihte Türktü, halde Türktür be ebediyen Türk olarak yaşayacaktır’’ diyen Atatürk, Türk milletine büyük bir güven duymuş ve adeta ona hayran olmuş biri insandı. Hiçbir zaman hayale kapılmayan, meseleleri gerçekçi yaklaşımlarla çözmeye çalışan ve ne zaman hareket edileceğini, ne zaman durulacağını çok iyi bilen Atatürk’ün, Türklük ve Türk dünyası ile ilgili şu açıklaması ise O’nun Türk birliğinin bir gün gerçekleşeceğine olan inancının bir göstergesidir:

‘’Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, Tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir. Ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Millet buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Dış Türklerin bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli.’’

Kaynakça

  • Göl, H. (2016). Geçmişten Günümüze Azerbaycan. Bitlis Eren Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 5 (1).
  • Atatürk’ün Büyük Özlemi Türk Dünyası’nda Kültür Birliği, Doç.Dr. Selami Kılıç
  • https://turktoyu.com/
  • https://bpakman.wordpress.com/
  • https://www.ankarahavadis.com.tr/
Bu içeriğin her türlü sorumluluğu ve hakları, yazar(lar)ına aittir.
Bu içerik, Temsil.org editör ekibinin ve bu sitedeki diğer içerik üreticilerinin görüşlerini yansıtmaz.