İskenderiye, MS 4. yüzyıl…Burası, dünyanın en büyük kütüphanesine ve en parlak zihinlerine ev sahipliği yapan bir bilgelik merkeziydi. Ancak bu aydınlanma çağında bile, belirli bir cinsiyet için belirlenmiş görünmez sınırlar vardı. İşte bu sınırları, yani Antik Çağın Cam Tavanı’nı kıran ve bir anda hem hayranlık hem de nefret toplayan bir figür vardı: İskenderiyeli Hypatia. O, yalnızca bir matematikçi, astronom ve filozof değil; aynı zamanda erkek egemen bir dünyanın ortasında kürsüye çıkan, mantığıyla öğrencileri ve politikacıları kendine hayran bırakan bir kadındı. Peki, onun benzersiz bilgeliği ve bağımsız duruşu, ona nasıl oldu da saygı yerine düşman kazandırdı? Hypatia’nın hikayesi, bir kadının entelektüel gücünün, çağının toplumsal ve dini dogmalarıyla nasıl trajik bir şekilde çarpıştığının sarsıcı bir örneğidir.
Hypatia’nın Sahnesi: İskenderiye Kütüphanesi ve Bir Düşüşün Gölgesi

WANNART
Hypatia’nın yaşadığı İskenderiye, bir zamanlar Antik Dünyanın entelektüel kalbiydi. Bilim ve felsefenin beşiği olarak kurulan ve Batlamyus Hanedanlığı krallarının himayesinde gelişen İskenderiye Kütüphanesi, Akdeniz’in dört bir yanından gelen bilgeleri kendine çekiyordu. Krallar, limana yanaşan gemilerdeki kitapların bile kopyasını alacak kadar bilime tutkuluydu; hatta Bergama’daki rakip kütüphaneye karşı papirüs ihracatını yasaklayacak kadar rekabetçiydiler.
Ancak Hypatia’nın sahneye çıktığı 4. yüzyıl, bu altın çağın sonuydu. Kütüphane’nin yok oluşu, yüzyıllardır tartışılan trajik bir muamma olsa da, en olası açıklama yavaş bir gerilemedir. Roma İmparatorlarının desteğini çekmesi, bakım masraflarının karşılanmaması ve en önemlisi Hristiyanlığın yükselişiyle artan dinsel hoşgörüsüzlük, bu büyük merkezin gücünü tüketti. Bilginler başka yerlere göç etti, iç çekişmeler başladı ve kütüphane koleksiyonları yavaşça dağıldı.
Hypatia, işte tam da bilimin ışığının karardığı, hoşgörüsüzlüğün yükseldiği bu karmaşık ve gergin ortamda parlayacaktı.
Hypatia: Işığın Karardığı Çağın Parlak Zekası
MS 355-415 yılları arasında İskenderiye’de yaşayan Hypatia, bu çalkantılı dönemin en dikkat çekici figürüydü. O, sadece bir öğrenci değil, dönemin önde gelen matematikçisi İskenderiyeli Theon’un kızıydı ve ilk eğitimini doğrudan babasından almıştı.
Matematik, felsefe ve astronomi alanlarındaki eğitimini Atina ve Roma’da tamamladıktan sonra İskenderiye’ye döndü. Entelektüel kariyerinin zirvesine ulaştığı yer, bilimsel merkezin ruhunu korumaya çalışan İskenderiye Kütüphanesi içindeki Platon Okulu oldu.
Hypatia’yı çağdaşlarından ayıran şey yalnızca bilgisi değil, felsefesinin evrenselliğiydi. Din, dil, ırk ayrımı yapmadan tüm öğrencileri kabul etti. Derslerinde Platon ve Aristoteles’in felsefelerini öğretirken, birleştirici bir bakış açısını benimsedi: “Bizi birleştiren şeyler ayıran şeylerden daha fazladır. Hepimiz kardeşiz!”. O, farklılıkları bir çatışma unsuru olarak değil, birliğin farklı tezahürleri olarak görüyordu.
Güç ve Bilgelik: Bir Kadının Kürsüsü
Hypatia, çağının karanlık dogmaları arasında bilimi ve felsefesiyle adeta bir ışık oldu. Okulunda Hristiyanlık, Musevilik ve Paganizm gibi farklı inanışlardan gelen öğrencilere ders verdi. Öğrencileri arasında daha sonra önemli makamlara gelecek isimler vardı; bunlardan biri Mısır valisi Orestes, diğeri ise piskopos Synesius’tu.
Bir kadın olarak, bir eğitim kurumunun başında yer alması, sokaklarda dersler vermesi ve dönemin siyasi figürlerine danışmanlık yapması, onu Antik Çağ’ın cam tavanını kırmış bir figür haline getiriyordu. Ancak tam da bu bağımsızlığı ve entelektüel gücü, onu hızla yükselen dinsel hoşgörüsüzlüğün hedefi haline getirecekti.
Yeni-Platoncu Bir Işık: Platon’un Ruhu, Afrodit’in Bedeni
Hypatia, yalnızca dönemin en parlak zekâsı değildi; aynı zamanda güçlü bir entelektüel geleneğin de mirasçısıydı. Platon ve Aristoteles’in köklü düşüncelerinden beslenerek, Yeni-Platoncu geleneğin İskenderiye Okulu’ndaki en önemli temsilcisi oldu. Ünlü matematikçi babası Theon’dan aldığı eğitimle matematik ve astronomide de zirveye çıkan Hypatia, Apollonius’un Konikleri üzerine ve Öklid Teoremi gibi kritik eserler yazdı. Ne yazık ki, bu paha biçilmez çalışmaların çoğu, İskenderiye Kütüphanesi’ndeki yangınlar ve tapınakların yağmalanması gibi çevresel felaketler sonucu günümüze ulaşamadı.
Çağdaşı Sokrates Skolastikos (380-439), Hypatia’nın etkisini şu sözlerle anlatıyordu:
“Öylesine mükemmel bir eğitim almıştı ki, döneminin bütün filozoflarını gölgede bırakmıştı. Öğretmenliği çerçevesinde, Platon’un kurmuş olduğu Platoncu okulun başına getirilmişti ve isteyen herkese bütün bilgi alanlarında ders veriyordu.”
Korkunun Üzerine Giden Kadın: Fikirsel Mücadele

Arkeoloji ve Sanat
Hypatia’yı çağları aşan bir filozof yapan özellik, sadece bilgisi değil, korkusuzluğuydu. O, dogmatik inançların yüzlerce yıldır inşa ettiği korku duvarlarının üzerine gitti. Korkunun, korkuyu besleyen bir duygu olduğuna inanıyor ve bununla yüzleşilmesi gerektiğini savunuyordu.
Bilimde ve düşüncede belli bir cinsiyetin tahakkümünden söz edilemeyecek olsa da, insanlık tarihi boyunca bu alanın erkek cinsiyetinin hakimiyeti altında olduğu bir gerçektir. Hypatia’nın cesareti ve zekâsıyla ortaya çıkışı, bu ataerkil ezberi alt üst etti. Bu durum, onu o dönemde gücü elinde tutan kesimler için hem büyüleyici hem de kabul edilemez bir tehdit haline getirdi.
İskenderiye’nin sonu: Işığı Söndürülen Filozof

Science Photo Library
Hypatia, cesareti ve zekasıyla Platon’un ruhunu, güzelliğiyle ise Afrodit’in bedenini taşıyan bir figür olarak kabul görüyordu. Ancak bu kadar parlak bir varoluşun trajik bir sonu olacaktı.
Onun bağımsız duruşu, Vali Orestes ve Hristiyan Piskopos Cyril arasındaki siyasi ve dini çekişmelerin tam ortasında kalmasına neden oldu. Orestes’e verdiği felsefi danışmanlık, onu hızla Hristiyan bağnazların nefret odağı haline getirdi.
Tarihçi Sokrates Skolastikos’un aktardığına göre, kilisede okuyucu olan Petrus’un liderliğindeki öfkeli bir grup komplo kurdu. Bir etkinlikten eve dönerken pusuya düşürüldü. Erkekler tarafından zorla tahtırevandan indirilerek bir kiliseye sürüklendi. Orada elbiseleri soyuldu ve kırık cam parçalarıyla bedeni kesilerek vahşice parçalandı. Son olarak, uzuvları Kinaron adı verilen bir yere yığılarak yakıldı.
Bir Sembolün Mirası: Antik Çağdan Günümüze Uzanan Görünmez Bariyer
Hypatia’nın hayatı, hem bir filozof ve bilim insanı kimliğiyle hem de bilgelik arayışının seküler ve mistik güçlerin çatışmasına kurban edilişiyle çağının en önemli sembollerinden biri oldu. Onun hikayesi, bir kadının entelektüel gücünün, dogmatizm ve yayılan hoşgörüsüzlükle karşılaştığında nasıl trajik bir sona ulaştığının zamansız bir dersidir.
Antik İskenderiye’deki vahşi cinayeti, günümüzde çalışma hayatında karşılaşılan “Cam Tavan Sendromu”nun binlerce yıl önceki en somut ve en kanlı örneğidir. Hypatia, erkek egemen bir toplum yapısında, liyakat ve başarıya bakılmaksızın ilerlemeyi engelleyen bu görünmez duvarla yüzleşti. Bir kadının kürsüye çıkıp mantık ve felsefe öğretmesi, dönemin eril iktidar anlayışı için kabul edilemez bir tehditti.
Hypatia’nın trajik sonu, sadece bir linç değil, aynı zamanda kalıplaşmış önyargılarla çevrili bir sistemin, entelektüel hiyerarşide yükselen bir kadını nasıl cezalandırdığının acı bir kaybıdır. Antik Çağ’ın cam tavanını kırmaya çalışan bu dehanın öyküsü, binlerce yıl sonra bile kariyer ve özgürlük arayışındaki tüm kadınlara güçlü bir ilham kaynağı olmaya devam etmektedir.
Kaynakça:
- İkican, B. (2022). Karşılaştırmalı Olarak Socrates ve Sozomenus’un Kilise Tarihi Eserleri, Darülhadis İslami Araştırmalar Dergisi,3, 294-302.
- Işık M. F. ve Kurt Z.Y. (2023). Bilim İnsanı ve Bir Filozof Olarak Hypatia, Ortaçağ Araştırmaları Dergisi, 6(1).
- Saagan C. (2023). Kozmos Evrenin ve Yaşamın Sırları, İstanbul: Altın Kitaplar.
- Utma S. (2019). Kadına Yönelik Cinsiyet Ayrımcılığı ve Cam Tavan Sendromu, Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, 11 (1).


Yorumunuzu Yayınlayın