İstanbul, yedi tepesi boyunca hem ışığı hem gölgesiyle yaşayan bir şehir. Bir yüzü büyüler diğer yüzü yorar; bu ikili hal, kente dair perspektifi de siyah ile beyaz arasında sürekli gidip gelen bir çizgiye dönüştürür.
İSTANBUL’UN İKİ RENGİ: ŞEHRİN AYDINLIK VE KARANLIK YÜZLERİ
İstanbul’un siyahı ve beyazı, yalnızca ışığın şehirle oynadığı bir estetik değil; aynı zamanda şehrin iki yüzünü, hem büyüleyici hem yorucu karakterini yansıtır. Beyaz taraf, insanı içine çeken dinamizmi, kültürel çeşitliliği ve sürekli yenilenen enerjiyi temsil ederken; siyah taraf, şehrin tüketen hızını, eşitsizliklerini ve hiç bitmeyen yorgunluğunu anlatır. Bu şehirde güzellik ve yük hep iç içedir. Yedi tepenin üzerinde var olan bu iki yüz, İstanbul’u hem çekici hem de yorgun kılan en önemli unsurlardır.

YEDİ TEPE VE DENGESİ BOZULMUŞ TARİH
Tarihi yarımada, İstanbul’un “beyaz” tarafı gibi bir betimleme yapmak çok da yanlış olmayacaktır. Miras, kimlik, kültür… Ancak bunlar İstanbul’a yüzeysel olarak bakıldığına görülecek şeyler. Derinlere indiğimizde (ki bu İstanbul sınırları içinde yaşamazken olan bir tez, çünkü burada yaşayanı için derine inmeden de fark edilebilecek şeyler) siyahın da varlığı kendini hissettirir. Yapıların arasına sıkışmış yoksulluk, aşırı turizm baskısı, trafik, kalabalık, kentsel politikalarının yarattığı kayıplar… Bunların hepsi siyah diye metaforlaştırdığımız, üstü kırmızıyla çizili unsurlarıdır İstanbul’un.

Uzakrota
Tarih burada hem koruyan hem de bastıran bir güçtür. Beyaz bir “billboard” olarak sunulan tarihin (İstanbul’un beyaz kısmı) arkasında belirgin olan siyahlıklar, beyazların dengesini bozanlar olarak tanımlanabilir.
Bu ikili tarafta hangisinin ağır bastığını ise daha çok yaşayanların cevap vermesi taraftarıyım. Çünkü turistik olarak gidildiğinde tarihi kısmın büyüsüne kapılıp objektif bir biçimde siyah noktayı görememe olasılığı var. Bu da şehri yeterince deneyimleyememeye tekabül eder. (Tamamen şahsi görüşüm)
GÜNDELİK YAŞAMIN İYİLİK HÂLİ VE KARANLIĞIN BASKISI
İstanbul’da gündelik hayat, tek bir duygunun içinde akmıyor; sanki şehrin ışığıyla gölgesi aynı anda omzuna çöküyor. Bir sokakta iyilik ve hafiflik hissi birikirken, birkaç adım ötede ağırlaşan bir tempo kendini gösteriyor. Şehrin sakinleri, bu iki ruh hâlinin tam ortasında yaşar; beyazı da siyahı da aynı günün farklı karelerinde hisseder.
Beyaz Taraf: Vapurda birbirine yer veren insanlar, cıvıl cıvıl üniversite gençleri, bir simiti iki martıyla paylaşan çocuk, günbatımının denizle muazzam birleşimi…

Ara Güler
Siyah Taraf: Bitmeyen trafik, yorgun ve bitkin yüzler, sinirli insanlar, kiraların astronomik artışı, tekinsizlik hissi, tehlike boyutu…
Bu ve daha fazla örnek iki taraf için de verilebilir. İstanbul’un sakinleri bu iki hâl arasında sürekli bir geçiş ve senkronize halindedir. İstanbul insanı bir yandan beslerken diğer yandan ezer. Siyah ve beyaz burada aynı anda var olan iki ruh hâli gibi işler.
MEDYADAKİ PARLATILMIŞ BEYAZ VE GÖRMEKTEN GELİNEN SİYAH
Medyada (çoğunlukla televizyon dizileri) İstanbul çoğu zaman “beyaz” tarafından anlatılır: Lüks mekanlar, pırıltılı boğaz manzarası, yalılar, steril semtler gibi. Ancak şehrin siyah tarafı (çarpık kentleşme, tekelleşme mağduru insanlar, emekçiler, arka sokakların hikayeleri…) çoğu zaman perde arkasında kalır, görmezden gelinir.
Gelinmediği örneklerde de hikâyenin sadece bu tarafta döndüğünü ve iki tarafın senkronizasyonun varlığının hissettirilmediğine şahit oluruz. (Sadece arka mahallelerde geçen diziler gibi.)
Bu nedenle İstanbul’un algısı çoğu zaman eksik; şehir aslında medyada olduğu kadar pırıl pırıl ya da olduğu kadar karanlık değildir. İkisi de gerçektir ama eşit görünmez ya da temsil edilmez. Tabi bu da bağlamlara göre değişmektedir.

Caner Cangül Fotoğrafları
Dijital ortamda da durum pek farklı değildir. Sosyal medyada, örneğin Instagram’da çoğunlukla beyazı parlatır; gün batımı, boğazda kahvaltılar, vapurdan huzur dolu kareler gibi. Siyah taraf da yine ana akımda olduğu gibi, dijitalde de çoğu zaman filtrelenir; şehrin gerilim ve ağırlığı çoğunlukla paylaşılmaz.
Dijitalleşme, şehrin (genellikle birçok konunun da olduğu gibi) iyi yüzünü çoğaltırken kötü yüzünü görünmezleştirir. Bu da şehir deneyiminin kolektif algısını tek taraflı hale getirir.
SİYAH İLE BEYAZIN BİTMEYEN PAZARLIĞI
İstanbul’un kimliği, iki zıt ruhun sürekli pazarlığı gibidir. Şehir ne sadece iyi, ne tamamen kötü; ne tamamen beyaz ne de tamamen siyahtır. Bahsettiğimiz bu unsurlar, şehrin farklı bağlamlara göre değişen temsilleridir.

İkili yapısı İstanbul’u karmaşık, tutkulu, yorucu ve vazgeçilmez yapar. İstanbul’un güzelliği tam da bu kırılgan dengededir: İnsanın içindeki ışığı parlatırken gölgesini de büyüten bir şehir.
KAYNAKÇA
Aksoy, A., & Robins, K. (2010). İstanbul’u okumak: Kültürel modernlik, küreselleşme ve şehir. Metis Yayınları.
Bartu Candan, A., & Kolluoğlu, B. (2008). Emerging spaces of neoliberalism: A gated town and a public housing project in Istanbul. New Perspectives on Turkey, 39, 5–46.
Erder, S. (1996). İstanbul’a bir kent kondu: Ümraniye. İletişim Yayınları.
Keyder, Ç. (1999). İstanbul: Küresel ile yerel arasında. Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Öncü, A. (2007). The politics of urban representation: The Istanbul case. Istanbul: Between the global and the local, 55–86.
Urry, J. (2002). The tourist gaze (2nd ed.). Sage.
Yardımcı, S. (2005). Küreselleşen İstanbul’un kültürel ekonomisi. İletişim Yayınları.

Yorumunuzu Yayınlayın