Orta Çağ Avrupa’sında cadılık kötü bir suç olarak kabul edilmiş ve genellikle kadınların çoğu cadı olduğu gerekçesiyle yakılmıştır. Peki Osmanlı’da da cadılık gerekçesiyle suçlanan, yargılanan, sürgün edilen veya öldükten sonra mezarı açılarak yakılan bir sürü insanın olduğunu biliyor muydunuz?

Cadı Avı

“Osmanlı’da cadı avı, gizemli inançlarla şekillenen korku ve kadının toplumdaki karanlık yüzünü simgeliyor.”

En genel tabiriyle kötü emellerle büyü yapma, bunun için doğaüstü varlıkların güçlerine inanıp bunlardan yardım isteme olarak açıklanabilir. Tahmin edilebileceği gibi, dizi ve filmlerde görebileceğimiz gibi cadılar toplum tarafından dışlanan, kötülüğün temsilcisi olan insanlar olarak görülmüş ve hemen ortadan kaldırılmaları gerektiği düşünülmüştür.

16. Yüzyıl: Cadı Profilindeki Değişim

“Cadılık suçlamaları, sadece bireyleri değil, bir dönemin inanç sistemini de yargıladı.”

Cadıların varlığı çok eskiye dayansa da, yok edilmesi gereken bir düşman olarak algılanmaları daha sonraki dönemlere rastlar. En karanlık batıl inançların bile ötesinde sayılabilecek sapkın teolojik düşünce ile beslenen cadı avı, Avrupa’nın en karanlık dönemi olarak tarihe geçer. Halbuki cadı avlarının gerçekleştiği bu zamanda Amerika keşfedilmiş, Rene Descartes, Francis Bacon, Galileo Galilei yaşamıştır. Kadınların, cadı dolayısıyla düşman olduklarını destekleyen görüşler arasında özellikle “Haşeratı yok etme” veya “Köküne kadar kurutma” deyimleri sıkça kullanılmıştır. Haydar Akın, cadı avının başlangıcında çoğunlukla kimsesiz ve fiziksel engelli yaşlı kadınların seçilmesinin daha sonra ise 16.yy’ın ilk yarısından itibaren cadı profilinin değişime uğradığını ve şeytan ile işbirliği yapan büyücü cadıya dönüştüğünü vurgular.

Cadılık Suçu: Orta Çağ’ın En Büyüğü

“Osmanlı’da mezar açma ritüelleri, ölülerin kötü ruhlardan arındırılması için yapılan kadim bir savaşın izlerini taşıyor.”

Genellikle ilk zamanlarda Roma’da cadılık ile suçlanan kişiler sadece insanlara zarar verdiği düşünüldüğü için ağır cezalara çarptırılmaz ayıplanırdı. Ancak Orta Çağ’da Avrupa açısından cadılık suçların ve kötülüklerin en büyüğü olarak görülür ortak ve topyekün bir şekilde cadılar yargılanır, engizisyona çıkarılır, yakılır, işkence yapılırdı.

Osmanlı’da Cadı Kültürü

“Cadı avları, Osmanlı’da sadece halk arasında değil, devletin yönetiminde de iz bırakan bir fenomendi.”

Anadolu’daki karakoncoloslara, çarşamba karılarına, albastılara ve daha başkalarına karşılık Rumeli’deki Osmanlı topraklarında batı kültürü ile etkileşimden kaynaklanan cadılar vardır. Ellerinde, cadılar hakkında  kapı gibi sağlam bir şeyhülislam fetvası1 ile Osmanlılar, bu tuhaf yaratıkla ilgili bugünkü Türk halkının sahip olduğundan çok daha fazla bir birikim ortaya koymuşlardır. Bugün artık unutulmuş olmakla beraber, İstanbul’daki “Caddebostan” semtinin isminin Osmanlı döneminde “Cadıbostanı” olması bile Osmanlılarla cadılar arasındaki yakın münasebetin bir işaretidir. En erken XVI. asrın ortalarından itibaren, aynen batılı vampirlere benzeyen Osmanlı “cadı”ları vardır. Rumeli’de gayrimüslim milletlerdeki muhtelif inanışların etkisi altında şekillenmiş bulunan “cadı”ların varlığından çok, Osmanlı Devleti’nin bunlara karşı takındığı tavır ilginçtir. Şeyhülislamın onayını arkasına alan devlet, mezarların açılmasına ve açılan mezarlardaki cenazelerin her türlü yok edici işleme tabi tutulmasına izin vermektedir. Hatta XIX. asrın ortalarına gelindiğinde artık, “cadıcılar” ya da “cadı üstadları” adı altında ücretlerini devletten alan bir zümre dahi mevcuttur.

Seyahatname’de Cadı

“Evliya Çelebi’nin anlatımları, cadı ve obur mitlerinin halk arasında nasıl hayat bulduğunu gözler önüne seriyor.”

Seyahatnâme’nin Çerkezler’e dair olan kısımda Evliya Çelebi, ayrı bir başlık halinde uzun uzadıya üzerinde durduğu “obur” denen yaratıktan, “meğer obur demek sehhâr câzûlara derlermiş” şeklinde bahsetmektedir. Bu, öldükten sonra mezarından kalkan, canlıların kanını emen bir yaratıktır. “Obur tanıtıcı” denen ihtiyarlar bunların mezarlarını tespit edebilmekte, mezarı bulunan “obur”lar göbeklerine kazık saplanarak ve daha sonra yakılarak ortadan kaldırılabilmektedir. Abaza ile Çerkez toprakları arasındaki Obur dağı bölgesinde bulunduğu esnada, Şevval ayının yirminci gecesi bizzat şahit olduğunu söylediği bir hadiseyi Evliya Çelebi hayretle anlatmaktadır. Hadise, her taraflarından ateşler saçan yüzlerce Çerkez ve Abaza “obur”unun gökyüzünde uçarak birbirleriyle savaşa tutuşmalarıdır. Gün doğana dek süren savaş boyunca kulakları sağır eden bir gürültü ortalığı kaplamış, havadan yere keçe, sırık, küp, tekne vs. eşya parçaları, araba tekerlekleri, en nihayet insan ve at uzuvları düşmüştür.

Osmanlı’da Cadı Vakaları

“Mezarları açarak cesetleri yakmak, Osmanlı’da cadıların ve kötü ruhların tehditlerine karşı verilen bir savaşın simgesiydi.”

  • Takvîm-i Vekāyi‘nin 21 Cemâziyelevvel 1249 (6 Ekim 1833)

1833 yılında Tarnovo’daki cadı avı, Osmanlı döneminde halk arasında korku yaratan görünmez yaratıkların varlığına dayanıyordu. Evleri basan bu varlıkların “cadı” ya da “hayalet” olduğu düşünülürken halk, cesetlerin tekrar açılmasını isteyen gayrimüslim Nikola’dan yardım istedi. Nikola, mezarlarda bulduğu yeniçerilerin çürümemiş cesetlerini teşhis etti. Cesetlerin üzerinde çıkan tırnaklar, gözlerdeki kan ve büyüyen cesetler kötü ruhların varlığını kanıtlıyordu. Cesetler önce karınlarına kazık çakılıp sonra yakılarak yok edilmiş ve halk cadı vebasından kurtarılmıştı.

  • Ebussuud Efendi’nin Cadı Fetvası

Şeyhülislam Ebussuud Efendi, vampirlerin yakılmasına izin veren fetvalarıyla dikkat çekiyor. Bursa ve İstanbul kadılığı yaptıktan sonra 21 yıl şeyhülislamlık yapan Ebussuud Efendi’nin fetvaları daha sonraki yüzyıllarda da referans alınmıştır. Trakya ve Balkanlar’daki gayrimüslim nüfusun eski pagan inanışlarından etkilenmesi, buralarda cadı ve vampir inanışlarının yoğunlaşmasına neden oldu.

Cadılık ve Toplumsal Yansımalar

“Osmanlı’da cadı avları, halkın korkuları ve dini otoritelerin fetvalarıyla şekillenen bir tarihsel olgu olarak iz bırakmıştır.”

Osmanlı’da cadı avı, yalnızca hurafelerin ve toplumsal korkuların bir yansıması olmayıp, aynı zamanda toplumun dini, kültürel ve idari yapılarının kesişiminde şekillenen bir olgudur. Cadıların sadece halk tarafından değil devlet yetkilileri tarafından da yargılanıp cezalandırılmasıyla bu süreç derinleşti. Evliya Çelebi’nin gözlemleri, Osmanlı toplumunun büyücülük ve kötü ruhlara karşı tepkilerini anlamamıza yardımcı olurken, aynı zamanda halkın bu inançlarla nasıl iç içe olduğunu da ortaya koyuyor. Günümüzde Osmanlı İmparatorluğu’nda büyücülükle ilgili olaylar, geçmişin karanlık inançlarının ürünü olarak tarihi bir iz bırakmakta ve toplumsal yapının nasıl şekillendiğini anlamamızda önemli bir yer tutmaktadır.

Bu içeriğin her türlü sorumluluğu ve hakları, yazar(lar)ına aittir.
Bu içerik, Temsil.org editör ekibinin ve bu sitedeki diğer içerik üreticilerinin görüşlerini yansıtmaz.