Felsefenin doğduğu, insan aklının sınırlarını zorladığı, sanatın, siyasetin ve bilimin filizlendiği bir medeniyet. Ne var ki bu parlak zihinlerin çağında bile, insanlık aklın ışığını yalnızca yarısına çevirebildi: erkeklere. Kadınlar, aynı toplumda var olsalar da, varlıkları görmezden gelindi; adları tarih sayfalarına “istisna” olarak yazıldı. Akıl vardı, düşünce vardı, sistem vardı – ama eşitlik yoktu.

Toplumsal Cinsiyetin Antik Kökleri

İnsan yalnızca biyolojik değil, toplumsal bir varlıktır. Toplum, bireylere kadın veya erkek olmaktan öte roller yükler: kimin söz hakkı var, kim karar verir, kim susar. Antik Yunan’da bu roller çok erken yaşta belirlenirdi. Doğan bir kız çocuğu, daha ilk nefesinde geleceğinin sınırlarını duyardı: ev, itaat, doğurganlık. Erkek çocuk ise özgür düşüncenin, mülkiyetin ve yurttaşlığın temsilcisi olacaktı. Kadın ve erkeğin toplumsal konumu, doğuştan gelen bir “fark” olarak değil, öğretilmiş bir üstünlük ilişkisi olarak inşa edilmişti. Bu durumun adı, çağlar sonra “toplumsal cinsiyet” olacaktı; ancak kökenleri çok daha eskilere, Antik Yunan’ın taş sokaklarına dayanıyordu.

Pandora: Kadının Günah Olarak Kurgulanışı

Mitoloji, toplumların bilinçaltıdır. Antik Yunan mitolojisinde ise bu bilinçaltı, kadın düşmanlığının köklerini açıkça sergiler. İlk kadın Pandora’nın hikâyesi bunun en çarpıcı örneğidir. Tanrı Prometheus’un, insanlara ışık getirmek için tanrılardan ateşi çalması Zeus’u öfkelendirir. Zeus’un cevabı insana değil, kadına yöneliktir: Pandora’yı yaratır. Pandora’nın eline bir kutu verilir; kutu açıldığında hastalık, kıtlık, ölüm, acı… tüm kötülükler dünyaya yayılır. Kadın, böylece “günahın aracı” olarak insanlığın ortak hafızasına kazınır.

Pandora’nın Yaratılması (https://ancientrome.ru/art/artworken/img.htm?id=1642)

Bu mit, sadece bir masal değildir; Antik Yunan toplumunda kadının “tehlikeli, baştan çıkarıcı, fitne kaynağı” olarak görülmesine ideolojik dayanak oluşturur. Kadının doğurganlığı ve bedeni, hem yaratıcı bir güç hem de bastırılması gereken bir tehdit olarak algılanır. Kısacası, Pandora’nın kutusu açıldığında yalnızca kötülükler değil, kadınlara karşı yüzyıllar sürecek bir önyargı da yayılmış olur.

Evle Sınırlı Bir Hayat: Oikos Düzeni

Mitolojideki bu düşmanlık, günlük yaşama “oikos” düzeniyle yansımıştır. “Oikos” sadece ev demek değildir; aynı zamanda kadının kaderidir. Kadın, doğduğu andan itibaren bir erkeğin vesayeti altındadır: önce babasının, sonra kocasının. Kocasının olmadığı bir hayatta kadının yeri yoktur. Evden yalnızca yanında bir erkek olduğunda çıkabilir, evin içinde bile ona ayrılmış özel odalarda yaşardı. Kamusal alan erkeklere aitti. Demokrasi doğmuştu, ama kadın yurttaş sayılmıyordu. “Tüm vatandaşların eşit olduğu” Atina’da, kadın bir vatandaş değil, mülkiyetti.

Sosyo-ekonomik bir birim olan oikos. (http://https://x.com/rinconccss/status/848543152675934208/photo/3)

Kadınların olimpiyatlara katılması yasaktı; hatta oyunları izlemeleri bile suçtu. Elis yasalarına göre, gizlice katılan bir kadının cezası dağdan atılmaktı. Spor alanları, tapınaklar, mahkemeler ve meclisler — tümü erkeklerin dünyasıydı. Kadınlar yalnızca ev işlerinde, çocuk bakımında ve doğumda “görünür” olabiliyorlardı.

Felsefe ve Kadın: Akıl Erkeklere Ait Bir Ayrıcalık

Antik Yunan felsefesi insan aklını tanrısallaştırdı. Ne var ki, bu aklın cinsiyeti vardı. Filozoflar, kadınları “mantıksız, duygusal, eksik erkekler” olarak tanımladı.

Demokritos, “Kadın düşünmeyi öğrenmemeli, çünkü kötü sonuçlar doğurur” diyordu.

Menander, “Karısına okuma yazma öğreten adam, bir yılanın zehrine zehir katmıştır” diyerek cehaleti yüceltiyordu.

Kadının Antik Yunandaki Yeri

Platon, çağdaşlarına göre bir adım ileri gitti; kadınların da akıl sahibi olduklarını, doğru eğitimle devlet yönetimine katılabileceklerini savundu. Ancak o bile “ahlaksız ruhların kadın olarak yeniden doğacağını” söyleyerek eşitliği yarıda bıraktı.

Aristoteles’e göre ise doğa zaten kadını ikinci sıraya koymuştu. Erkek “yaratıcı”, kadın ise sadece “taşıyıcıydı.”

Böylece kadın, varoluşundan itibaren aklın dışında tanımlandı — aklın konusu oldu ama öznesi olamadı.

Bir Uygarlığın İki Yüzü

Antik Yunan bir yandan bilimin, tiyatronun, demokrasinin temellerini attı; diğer yandan kadınları bu gelişimin dışına itti. Kadınlar tapınaklardan kovuldu, mirastan mahrum bırakıldı, hatta doğumdan sonra kırk gün “kirli” sayılarak dinî törenlere alınmadı. Toplumun “namus” kavramı bile erkeğin mülkiyet duygusuna dayandırıldı. Kadın, ahlakın taşıyıcısı olarak idealize edilirken; ahlakın bozulmasının sorumlusu da yine o ilan edildi. Bu ikilik, kadınların yüzyıllarca süren görünmezliğinin altyapısını oluşturdu. Antik Yunan, kadınları tarih dışına iterken erkek aklını yüceltti — ama bu akıl, yarım bir insanlık tanımı üzerine kuruluydu.

Mizojiniden Günümüze: Değişen Ne, Değişmeyen Ne?

Kadın düşmanlığı, yalnızca Antik Yunan’a özgü bir tarihsel anomali değil; insanlığın mirasına sinmiş bir düşünce biçimidir. Mitolojiler değişti, tanrılar unutuldu, ama Pandora’nın kutusu hâlâ kapanmadı. Bugün dünyanın birçok yerinde kadın hâlâ kamusal alanda eşit söz hakkı için mücadele ediyor. Kadınların “fazla görünür” olmalarından rahatsız olan zihniyet, Antik Çağ’ın filozoflarından miras kalan bir refleks taşıyor. Oysa tarih bize şunu öğretti: Aklın değeri, ancak eşitlikle ölçülür.

Sonuç

Aklın yarısı susuyorsa, insanlık da eksiktir. Antik Yunan bize aklın sınırlarını öğretti, ama eşitliğin anlamını unuttu. Kadınların sesinin susturulduğu bir toplum, ne kadar bilge olursa olsun, eksiktir. Bugün geçmişe dönüp baktığımızda, medeniyetin beşiğinde bile kadına biçilen değerin ne kadar kırılgan olduğunu görüyoruz. Mizojini, yalnızca bir önyargı değil; uygarlığın üzerinde yükseldiği sessiz bir duvardır. Bu duvarı yıkmak, tarihle hesaplaşmakla mümkündür. Çünkü kadınların hikâyesi, insanlığın yarım kalmış hikâyesidir. Ve belki de Pandora’nın kutusunda kalan son şey -umut- bugün hâlâ o hikâyeyi tamamlamamızı bekliyordur.

KAYNAKÇA

  • Arıtürk, M.H. (2017). “Platon’un Toplum İdeali İçerisinde Kadının Yeri”, Düşünme Dergisi, sayı 10, 28-38.
  • Atılgan, D. K. (2013). “Antik Yunan’da Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Temsili”, Yedi Sanat Tasarım ve Bilim Dergisi, sayı 10, 15-27.
  • Bal, M. D. (2014). “Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğine Genel Bakış.” Kadın Sağlığı Hemşireliği Dergisi 1.1: 15-28.
  • Başar, C. K. (2021). “Antik Yunan’da Cinsiyet Rolleri”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, cilt: 23, sayı:2, s. 1329-1361.
  • Chaudhury, S. vd. (2017). Misogyny, Feminism, and Sexual Harassment. Industrial Psychiatry Journal, 26(2), 111-113.
  • Dur, G. T. (2018). Popüler Kültürde Mizojini: Örnek Bir Yerli Dizide Mizojini Etkilerinin İncelenmesi, Akdeniz Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi.
  • Güzel, B. (2015). “Lysistrata: Kadının Antik Yunan Toplumundaki Yeri”, International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 10/10.
  • Işık, M. F. (2022). “Felsefe Tarihinde Mizojini Sorunu”, Politik Ekonomik Kuram, 6 (1), 59-72.
  • Yılmazcan, D. (2020). “Antik Yunan’da Oikos ve Kadın”, Çankırı Karatekin Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, C. 8, S. 2, 272-285.

 

Bu içeriğin her türlü sorumluluğu ve hakları, yazar(lar)ına aittir.
Bu içerik, Temsil.org editör ekibinin ve bu sitedeki diğer içerik üreticilerinin görüşlerini yansıtmaz.